Kayıtlar

Kasım, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gelecek Uzun Sürer, film bir dakika

Gelecek Uzun Sürer, ilk bir dakikasından sonra bana çok uzun geldi. Nedenini düşündüm iki gün boyunca. ** Sanat bir niyet sorunu değildir. Kötü niyeti kaldırmadığı söylenebilir kolaylıkla, ama aynı kolaylıkla iyi niyeti hiç mi hiç kaldırmadığı da söylenebilir. Gelecek Uzun Sürer bir Özcan Alper filmi. Politik sinemanın yeni ismi. Sonbahar’la tanıdık. Bu yeni filmi, zor bir konuya giriyor. Bir soruna. Kürt sorunu denilen soruna. Tek başına bu bile bir politik karar ve cesaret işi. Özcan Alper’in politik bakışında da, cesaretinde de hiçbir sorun yok. Ama filmde sorun var. “Sevmedim ben” demiyorum sadece. “Politik politika” açısından sorun yok belki, ama “poetika” açısından sorun var. Politik sanat açısından. Sanat yapma açısından, sanat politiği açısından. Film çarpıcı, dokunaklı, sert yanları çok. Sonbahar da öyleydi.

Yaşam Geçişi

MİRİ MALI-Unamuno

"Üstüninsanı değil içinsanı aramak gerekir çünkü Tanrı bizim üstümüzde değil, içimizde." ( Unamuno ) ** "Sessizlikten daha büyük veya daha muhteşem bir müzik yoktur ama bu müziği anlamak ve hissetmek için fazla zayıfız. Aramızdan sessizliğe dalıp bunu inayetini anlamayanların müziği vardır; müzik sessizliğin sözü gibidir çünkü sessizliğin büyüklüğünü ortaya çıkarır ve bize boş gevezelikler vermez." ( Unamuno ) ** "Hiçlikten çıkıyoruz. Sadece hiçliğe layık olmaya alıştıralım kendimizi ve umut içimizde meyvelerini verecektir." ( Unamuno ) "Tanrı-insan bir kadından doğdu, insanlığın sukunetinden, basitliğinden." ( Unamuno ) ** "Bir isim bırakıyorum. Bir isimden başka ne var ki? Toptan uydurarak yarattığım kurmaca kişilerden neyim fazla olacak? Ya Cervantes, bugün yeryüzünde Don Kişot'tan başka nedir ki?" ( Unamuno )

MİRİ MALI-Hayreti

Resim
Hayreti'nin, (eskilerin deyimiyle sinkaf redifli) protest gazeli. E hazreti cinsiyetçilikle suçlayacaklar okumayıversin lütfen! Doğru söylemek, dahasını söylemeyi gerektirmez bazen :) Görmedüm mihrin baka gördüm fenâ dârın sikem Bu fenânun bî-mürüvvet mîr ü serdârın sikem Çârsû-yı dehr içinde dâyımâ sûret sûret Ehl-i ma’nâ ile itdükleri bâzârın sikem Atlas-ı çarhun kabâyam aldanursam rengine Bana şâlüm yeg durur anun iç astârın sikem Kala ben bîmârunuz bu gûşe-i iflâsda Vaz geldüm bunlarun itdügi tîmârın sikem Şimdiki begler mürüvvetden dem urup her nefes Ehl-i dil ‘âriflere itdügi ikrârın sikem Bî-vefâdur kahbe dünyâ gibi bunlar bunlara Kulluk eyleyen gidilerün perestârın sikem Ehl-i ‘irfâna kuru tahsîndür ihsânları Bu zemâne beglerinün cümle etvârın sikem Zerre denlü yok durur mihr ü vefâ didükleri Bu ‘avâmun hâsılı ey Hayretî varın sikem (Hayreti) Hayreti kimdir?

Türkiye bölünmüş haberiniz var mı?

“Burada neden yoktur.” Bu bir Auschwitz atasözü! Primo Levi oraya düştüğünde ilk olarak sert bir ifadeyle bu söylenmişti kendisine. O günlerde Naziler, aleni işbirlikçileri ve sessiz takipçileri için böylesi iyiydi, çünkü oraya “Yahudiler” gidiyordu! Eskiden İstanbul Emniyeti’nin 2. Şubesi’nin (asayiş) kapısında “Burada Allah yoktur!” yazıldığı rivayet edilirdi. Çoğu yurttaş için böylesi iyiydi, çünkü oraya “suçlular” gidiyordu!

Zulmün tarihinden kayıtlar-1

Resim
Mükellef ilan oldu gelin dediler Cehennem deliğine girin dediler Yeni de kartımı aman elime de verdiler

FARUK EREN'İN YERİ-Bizde emanete yamuk olmaz!

Resim
Aslan Sütlü, akşamdaan akşama yazar, sek yazar. Milliyet’in Cağaloğlu’nda olduğu yıllar. Demek ki 93’ten önce. Gece çalışıyorum. Az içtiğim sanılmasın, gece 02.00’de servise doluşuyoruz. Ben Avcılar’da yani en son iniyorum. Ama neredeyse bir minibüs dolusu insan. Millet Caddesi-E5-Avcılar güzergahında girmediğimiz semt kalmıyor gecenin o saatinde. Pazartekke’nin oralarda bir arkadaş iniyor. Servis ara sokaklara girmeden ben iniyorum, sabaha kadar açık bir büfeden bir torba bira alıyorum. Dönüşte servis tekrar beni alıyor. Gidene kadar ufak ufak demleniyorum. Bir kutuyu şoföre bırakıp kalanı evde deviriyorum. Bazen de erken çıkıyorum işten, o zaman Beyoğlu’nda yeni yeni açılmaya başlanan barlara kapağı atıyorum. Hele bir de maaş günüyse sabaha karşı eve anca dönebiliyorum. Yine böyle bir gün, ama öncesi önemli. Evimiz kira, yüksek enflasyon yılları, aile tüm birikimini dolara yatırıyor, ev alınacak. Milliyet’in hemen yanında bir dövizci var oradan döviz alıp bozduruyorum fil

O deniz otobüsünde ne oldu?

Yargısız infazlara karşı olduklarını söyleyenler, ne çabuk sustunuz? Neden böyle çabuk sustunuz?  Meşru bir soru bu. “Terörü mü destekliyorsun lan” diye gümbürtü yaratanlara bakınca, meşruiyeti daha da artan bir soru. Verilen yanıtlardaki çelişkilere bakılırsa. Hele hele 1980’lerden sonra benzerlerini yaşadığımız işler hatırlanırsa, son derece meşru.

Çözümsüzlük stratejisi: Kürt, Kürtçe, Kürdistan

Kürt sorununda (ya da Türk sorununda) bize sebebi sonuç diye satmaya çalışıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti iktidarları (bürokrasi, iktidar ve muhalefeti kast ediyorum iktidar derken) Kürt sorununda önemli bir sorunla musdarip. Bir senkronizasyon sorunu bu. Bir türlü sorunun özüyle yüzleşmeme, sorunun özünü görmezden gelme sorunu. Gerçi belki sorun değildir bu, belki böyle olmasını istiyorlar,  ama, neyse… ** 1984 yılında PKK Eruh ve Şemdinli’yi bastığında Türkiye’de Kürt yoktu. Kendisinden Kürt olarak bahsedilen bir iki kişi vardı gerçi, ama onlar bu ismi uğursuzluklarından ötürü kullanma hakkı kazanmış gibiydi: Kürt Ahmet, Kürt İdris gibi silahlı külahlı aleni yeraltı insanları. “Kürt” demişti Kenan Evren geride kalan dört yıl boyunca bulduğu her fırsatta, “Türk ile aynı şeydir. Bakın ismi oluşturan harfler bile aynı, t, ü, r ve k.” 12 Eylül’ün bu büyük hukukçusu aynı zamanda büyük filozof, tarihçi, filolog, antropolog, sosyolog idi.