Çok yalancısın Türkiye!

Çocukları çok seversin değil mi Türkiye? Ama preste ezileni değil, tomruk altında kalanı değil, hapiste çürüyeni değil. Temiz, güzel, muhitine uygun olanı seversin.


Çok meşgulsün değil mi Türkiye? Büyük sorunların var. Büyük laflarla konuşuyorsun onları.
Küçük sorunları, küçük lafları, küçük olayları beğenmiyor, ilgilenmiyorsun? Küçük çocuklar var bir de başlarına ağır işler gelen… Fakat duygusal hezeyanlar yaratılmayacaksa, vicdan şovlarına yaramayacaksa, hele bir de alt sınıflardan, altta sayılan kesimlerdense adlarını bile anmasan olur değil mi? Çocukları seviyorsun tabii, gönlün öyle geniştir senin de her çocuk aynı olmuyor değil mi?



* * *

Silik soluk bir resim. Bir melek. İsmi Ali Can. Daha okul zamanı gelmemiş, o yüzden 'resmi' fotoğrafı yok. Gülümsemiş de ne güzel. Sevildiği, sevgiyi hissettiği bir andan bir kare. Daha da böyle anları olamayacak. Yoksulların hatırası kolay dışlaşmaz, arşivi olmaz yoksul çocukların. Çocuklukları anne-babalarının, sevdiklerinin hafızalarındaki kadardır çoğu zaman. Ali Can da öyle. Ne yazık ki öyle kalacak.
Haber, kötü haber cuma günü Antalya’dan geldi. Beş yaşındaki Ali Can Öz, iki yaşındaki kardeşi Ayşe ile birlikte bir kereste fabrikasındaydı. Özgür ve Sultan Öz, zar zor buldukları ve kaybetmek istemedikleri işlerini aksatmamak için bir çare bulmuşlardı işte. Koca fabrika alanı. İki çocuğa mı yer yok? Baba Özgür Bey, Ali Can ile Ayşe’yi de alıp işyerine götürdü.
Çalışanlar için ücretsizini bırakın, 'uygun ücretli' kreş bile yok. İş yasaları öngörse de işveren bu meselelere öyle kolayından gönül indirmez. Büyük patron, devlet de elindeki zorlayıcı aygıtları, hukuku ve hukukun uygulanmasını teminat altına alacak yasal şiddeti, yani 'zor’u işverene göstermeyi sevmez. Çünkü 'kalkınma', 'adalet'siz bir iştir buralarda; sermayedarın yararlandığı adalet herkese yeterlidir. Onlar girişimci, yatırımcı olarak bu 'millet'in has evlatlarıyken, arz edecek emeklerinden başka şey olmayanlar sayı kümelerinden ibarettir.
İşsizlik denilen şey, yüzdelerle ifade edilir. İşsizler zaten, malum-u âlinizdir ki, iş bulamamış olmakla milli kalkınma hedeflerine darbe vuran fuzuli kimselerdir. Az ücretle çalışanlar elbette hayli makbuldür ama çocuğuna kreş yaparsak, o ücretle çalıştıramayız, biraz anlayışlı olun. İşyerlerindeki, ölümler de ay sonlarında toplu rakamlarla haber verilir, o da verilirse.
Geçen ay, o büyük siyasal numaraların döndüğü seçim ayı en az 112 işçi yaşamını yitirdi. Fakat, konu komşuda savaş çıkarıp, içeride herkesi hain ilan ederek 'milli mücadele' verdiğini öne süren iktidar da, iktidarın 'hırsız, yolsuz ve diktatör' olduğunu ön süren büyük muhalefet partileri de bu mevzulara hiç girmedi. İktidar razı, muhalefet razıyken, milli kalkınma rakamları yukarılara çıksın diye işçinin kirli ellerine pırıl pırıl asgari ücreti tutuşturmaktan hiç gocunmayan işveren ne yapsın? Durduk yere kreş açıp rekabet gücünü mü zayıflatsın?

* * *
Bakılacakları yer olmayınca Ali Can ve Ayşe, tomrukların etrafında dolanmaya başladı. Birden, tomruklar devrildi. Babası, babasının arkadaşları koştu. Ayşe’yi yaralı çıkardılar. Ali Can ağırdı. Kurtarılamadı.
Sonrası?
Otopsi. Memlekete dönüş. Kırıkhan’a. Mezarlıkta yıkılmış aile ve karagün dostu birkaç komşuyla defin.

Gazetelerde tek sütunu zor aştı haberler. Ama medyamızın bir kısmı milli, bir kısmı paralel, bir kısmı endişeli meselelere gark olmuş, internet siteleri şöyle bir koyuverdi ya, daha ne?

Sendikalarımız ne iş yapar diye soralım mı? Onların da yarısı eski devletin sarısıyla siyasal alanda salınmakla meşgul, yarısı yeni devletin yeşilli sarılı kamuflajlı neferi, yarısı kendi üyelerinin derdiyle baş etmekte takatsiz hale getirilmiş. 'Sosyal demokrat' partilerimiz, liderlerimiz var ama onlar da hayli meşgul. Seçim dönemi çok kaset yaptı, heyecanla kaset başına oyları ne kadar artar diye beklediler. Olmadı ama siyasetsiz siyasette olur böyle şeyler. Ha, bir de bir ara akademisyenlere sorarlar herhalde.
'Sivil toplum' örgütümüz çoktur da onlar da majör işlerle meşguldürler çoğunlukla.

Ali Can’ın anne-babası dava açmak istese, avukat ve mahkeme masrafları bellerini büker. Yol iz bilip hukuki yardım almayı başarsalar, mahkemelerimizin uygulamaları onları borçlu ve suçlu bile çıkarabilir. Çünkü 'işçi lehine yorum' ilkesini Yargıtay 'ileri demokrasi' döneminde çoktan çöpe attı bile. Ölüm meselesine gelince.. Ölüm zor iş, yargı çok titiz olmalı değil mi? E titiz, milli kalkınma hedeflerini o da gözetir: Sadece Kürtlerle solcuları öldürürken yürürlükte değildir 'cezasızlık', iş davalarında da kuraldır. Daha baştan patron kanunlarla sorumsuz kılınmıştır, zaten tazminat ödeyecek, bir de hapis mi yatsın? Birine ceza çıksa, çıka çıka babasının bir mesai arkadaşına çıkar.

* * *
Eldeki mevzuatta kreş var da siyasal desteği olmayan hiçbir kurum gibi, o da yaşamıyor. ‘Gebe ve Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik’, 150’den fazla işçi çalışan işyerlerine kreş açmayı zorunlu kılıyor. Fakat kolayı var: İşveren kadın çalışan sayısını 149’da tutar, mecburiyet biter. Buna 'işyeri' tanımında işverene tanınan kolaylıklar eklenince, mecburiyetin adı 'dostlar mevzuatta görsün' olur kalır. Kamu otoritesi ise hem kendisinin hem de işverenin böyle yüklerden kurtulmasından başka bir işin peşinde görünmüyor. Daha anne izni bile sağlanamamışken, baba izninden ve kreşten bahsetmek hatta lüks bile, öyle sosyal bir devletteyiz.

Çocukları çok seversin değil mi Türkiye? Kıyamazsın onlara.
Ne büyük yalan!
Cezaevlerinde başlarına gelmedik iş kalmayan çocukları pek sevmedin ama. Pozantı’daki alçaklığı yapan kamu görevlilerine ceza verilmesi için takipçi olmadın, takipçi olanı terörist bildin.
Anne babalarıyla cezaevlerine girmek zorunda kalan çocuklarla hiç ilgilenmedin.
Senin sevdiğin çocuklar, sadece senin temiz, hijyenik, ayakkabı kutusuna sahip çıkan ya da büyük banka yönetimlerine atanan çocuklar. Havuzlu evlerde, çiçekli bahçelerde oynayan çocuklar.
Dağlarda vurulanlar, bombalarla parçalananlar, hapislerde çürüyenler, sokaklarda perişan olanlar, maden ocağında toprağa karışanlar, preste kafası ezilenler, senin çocukların değil. Çok yalancısın Türkiye! Ya da kabul et sen aslında bir ülke değilsin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni