Kameramandan terörist çıkarmak



Herkesin hayatında en az bir kere anlattığı bir hikayedir, ben de hakkımı kullanayım:
Şam'da biri, Kufe'den gelen birinin dişi devesine, "Bu erkek deve benimdir" diye el atar. Kufeli oraya baş vurur, buraya baş vurur, sonuç alamaz. En son Şam Valisi Muaviye'ye kadar çıkar mesele. Muaviye der ki, "Evet, bu erkek deve Şamlınındır." Adam nasıl olur diyecekken, Muaviye, balkondan (balkon konuşması buradan mı başlar acaba?) halka seslenir: "Bu erkek deve kimindir!" Halk cevap verir: "O erkek deve Şamlınındır."
Muaviye adama der ki, "Var git Ali'ye söyle, Şam'da Muaviye ne dese kabul edecek 10 bin adam var. Ona göre..."

*

Şamlılar dişi deve ile erkek deveyi ayırt edemiyor muydu? Aptal mıydı? Hiç de değil: Konu siyasiydi, siyaset savaşın başka araçlarla yürütülmesiydi ve işte savaş yürütülüyordu. Nitelikler, tanımlar, savaşa göre yeniden yapılıyordu. Savaşanlar, hakikati kendi hedeflerine göre belirliyor ve belletmek istiyorlardı. Gücü olanlar, sadece deveye el koymuyor, devenin cinsiyetini de belirliyordu. Gücüne güvenerek.


*
Refik Tekin, 20 Ocak 2015'te Cizre'de işinin başındaydı. İMC TV kameramanı olarak. Sokaklardaki ölüleri ve yaralıları almaya giden bir heyeti izliyordu. (Ne kolay kuruyoruz değil mi bu cümleyi, ne kolay alıştık: Sokaktaki yaralılar ve ölüler... Sokaklarında yaralılar ve ölüler olan bir yerdeyiz)
Birden, grubun üzerine ateş geldi. Bir el değil, iki el değil. Herkes yaralandı, Refik Tekin de. Yaralıyken, yerdeyken kamerasıyla kadraj almaya devam etti. Çalışmayı kesmedi yani.
Zar zor hastaneye götürüldü. Götürülürken hırpalandı. 
Hastanede sevk edilecekken, hakkında gözaltı işlemi yapıldığı belirtildi. Polis hep başında durdu.

*
Bugün öğreniyoruz ki daha vurulduğu gün, "yaralı BTÖ mensubu" diye yazmış polis onun için. E ateş edip vurmuşsa, "Gazeteciydi. Çekim yapıyordu. Vuruverdik" diyecek değil ya, kendini haklı çıkarması lazım. "Deve dişi ve senin" demeyecek, "Deve erkek ve benim"diyecek, yani. Nasıl bir terörist ki, başka kameraların da bulunduğu yerlerde, kamerasıyla çekim yapıyor. Kendi kendinin terörizmini kaydediyor, ayağından vurdurup kendini?  
Bir gün sonra da bir "adli kolluk savcı görüşme tutanağı" tutulmuş hakkında, savcı, "hastanede memur refakatinde gözetim altında tutulması, sağlık durumunun takip edilerek taburcu olduğunda GÖZALTINA alınması..." talimatı vermiş.

*
İki belgede de "imc tv muhabiri olduğu yönünde bilgiler elde edilmiştir" diye bir laf var. Sanki çok gizli bilgiler. Adı her gün bir haberde var. Zaten vurulurken kendi kendini çekmiş. Zaten herkes her şeyi biliyor. Deveyi, devenin sahibini, cinsiyetini...

*
Şimdi, gözaltı nedir? Kişinin seyahat vs hürriyetinin "memur gözetiminde" kısıtlanması. Yani, Refik Tekin daha ilk hastaneye götürüldüğünden beri "memur gözetiminde" tutuldu. Yani, Refik Tekin, vurulduktan sonra gözaltına alındı, esasen. "Taburcu olduktan sonra gözaltı"na alınması, ancak hakkındaki gözaltı süresinin uzatılmasıyla mümkün. Kaç güne uzatılabilir? Kanun dört diyor. En fazla dört. Devenin cinsiyeti konusunda olağandan farklı görüşü olan bir polisler değil yani.

Polisler kameramanı "BTÖ mensubu" yapıyor, savcı "gözaltı süresi"ni "gözetim altında tutma" numarasıyla 4'ten fazla güne uzatıyor. Pazartesi zaten beş gün olmuştu. "Terör"dediğine göre, dört gün daha tutacak.

*

Habeas Corpus diye bir şey vardı. Hani yaklaşık 800 yıl önceden beri oluşmaya başlayan, dört yüz yıl önce kanun adında yerini alan, 200 yıl kadar önce evrensel kabul edilen. Hani kişiyi kimsenin kafasına göre tutamayacağını belirleyen kural. Tuttuğu kişiyi en kısa sürede hakim önüne çıkaracağını emreden kural. Hani hukuk. Hani hukuk devleti. Temel hak. Hürriyet. 

Yok ama savaştayız. Dişi devenin erkek olduğunu öne süreceğiz. Kameramanı terörist yapacağız, madem vurmuşuz, boşa mı gitsin kurşun? Gözaltını "gözetim altı" yapacağız, maksat ne kadar uzarsa o kadar uzasın. Savcıyız ya, niye vuruldu, kim vurdu, nasıl vurdu, onu araştırmayacağız bile! Vurulduysa, suçludur, bitti. 
Nasıl olsa hepsine "Evet" diyecek yeterince Şamlı var elimizde! Zaten yoksa da mermi bizim, savcı bizim, vali bizim, Anadolu Ajansı bizim... Aksini bağıra bağıra söylesen ne olur? Kim duyar bu top tüfek mermi sesi arasında?

Sahi, Muaviye'nin Şamı'nda mıyız yine? Hâlâ? Öyleyese hak ile güç yine karşı karşıyadır. Öyleyse Kerbela da uzaklarda bir yerde değildir, değil mi?
Hele bu kadar az ses çıkıyorken? Bu işler yanlış işler, yapmayın diyenler gün geçtikçe azalıyorsa, zaten diyenler bir de "terörist" oluyorsa, hiç de uzaklarda değildir Kerbela... Sokaklarda kanaya kanaya ölenler, ölüp de günlerce kaldırımlarda kalanlar nedir, mesela? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni